5. ince iş...

Efkarının tatlı bir bela olduğu yıllarda tanıdım seni. Senin düşmanlarına, benim dostlarıma inat sıkı sıkı sardım seni. Sarmaladım ellerini. Ellerin soğuktu, ellerin buz tutmuştu. Kaçırdın benden her yerini. Kaçırdın ellerini, gözlerini, geçmişini, anılarla resmedilmiş duygusal denemelerini…

Sandın ki; istila ederim seni…

“Olmadı” deme. Olmayacak bir şey, zaten olmazdı. Ben de biliyorum. Bende olmayacaktı…

Velhasıl yanık bir sesle konuştun benimle hep. Sözlerime zerre kadar aldırış etmeden, kaçırdın kendini. Mazide kaldın. Kendine göre haklıydın. Haklıydın da, hakkını benden intikam niyetine niye aldın?

Gitmeler koymaz bana. Gitmek de insana layık. Gitmese insan, nereden gurbeti öğrenecekti o zaman? Nereden takvimlerde yaprak yaprak tutuşacaktı zaman? Gitmek olmasaydı ihtimal, gelmek de olmayacaktı hiçbir zaman.

Bilmiyorum, sen hala orada bekleyecek misin? Bak, donarsın oralarda. Oralar zemheridir biraz, ayazı yakar adamın yüzünü.

Ayın ondördü gibiydin benim anımda ve çıplak heveslerimde. Ben belki onun kadar sevemedim seni. Sevmesini bilemedim ama tümden beceriksiz de değildim. Sevmeni, olasılık dışı bırakarak baskına geldim sana.

Öyle bir baskın işte. Ben de bilemedim ki bana sorasın. Bilseydim emin ol onu da anlatırdım. Neyim varsa; tasımla tarağımla, gelmişimle geçmişimle, yedi ceddimle, top tüfektim sana geldiğimde. Bu kadarmış ama demek ki gelişimin nefesi. Onu da ölçmüş oldum nihayetinde.

Olmayacak duaya "amin" demek de keyifliymiş meğer… İstemek, yüzü biraz kızartıyor işte ve silleleri göze alıyorsun. Herkesin başka yerlerde kullandığı istemek jokerini bana burada kullandırtıyorsun. Demek seviliyor insan. Demek insan da bir platonik masalmış.

Sevmek, zor iş. Sevmek, güzel iş…
Sevilmeden sevmek, ince iş…

0 leblebi:

Bookmark and Share